8 Ağustos 2011 Pazartesi

Sinema - Breakfast at Tiffany's

Breakfast at Tiffany's - 1961



New York sosyetesinden genç bir bayan, apartmanına yeni taşınan genç adama ilgi duymaya başlar.

(http://www.imdb.com/title/tt0054698/)

Film, Truman Capote'nin romanından sinemaya uyarlanmış ancak sanıyorum romana az miktarda sadık kalınmış.

Romantik komedi türünün ilk örneklerinden. Çok derinlik, karmaşıklık, kafayı yoran bir senaryo beklemek zaten hata olur. Çerez tadında bir film.

Audrey Hepburn karakteriyle uyuşmuş, başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Erkekleri peşinden koşturan, hafifmeşrep, çılgın, dengesiz, dağınık bir bayanı canlandırıyor. Karşı cinsi önce tavlayıp sonra kullanıyor, bazen de delirtiyor.

A Takımı dizisinden tanıdığımız George Peppard'ın ise gençliğinde bu kadar karizmatik bir delikanlı olduğunu hiç bilmiyordum. Adam tam bir jönmüş.

Filmde Mickey Rooney'nin canlandırdığı Uzakdoğulu komşu karakterini es geçmemek gerek. Çok komikti gerçekten.

60'lı yılların New York'u. Binalar, dekorasyonlar, kılık kıyafet tam da zamanını yansıtıyor. O yıllara dönmek adına hoş görüntüler sergilenmiş.

Gelelim filmin müziğine. Filme Oscar getiren şarkı "Moon River", inanılmaz güzellikte bir klasik. Tek bu şarkı defalarca dinlenir ve her şeye değer. Filmin geri kalanındaki arka fon müzikleri de hoş olmuş. Karakterler, ortam, şehir, gündüz, gece; tüm unsurlar müzikle uyuşuyor.  

Film çok önemli bir klasik, kabul ediyorum. Zamanına göre de oldukça başarılı. Ama sadece bir film olarak baktığınızda sürükleyici ve heyecanlı olduğunu söyleyemeyeceğim. Yine de izlenmesi gerekir.

7 / 10

(12.01.2011)

2 Ağustos 2011 Salı

Sinema - Cop Land

Cop Land - 1997



New York City polislerinin yaşadığı varoş bir New Jersey kasabasının şerifi, yavaş yavaş buranın mafya bağlantılarının ve kanunsuz işlerin döndüğü bir yer olduğunu keşfeder.

(http://www.imdb.com/title/tt0118887/)  

Derinliği olan, karmaşık ama başarılı bir senaryo. Uzun zamandır izlediğim filmler arasında "Sonunda ne olacak acaba?" sorusunu bana en çok sorduran film oldu. Polisiye, gerilim, dram bir arada iyi işlenmiş ve kendini gerçekten izlettiriyor.

Sylvester Stallone, ömür boyu başkalarının gölgesinde yaşayan, "All best girls are taken." mantığıyla evlenip çoluk çocuğa karışmayan, "loser" şerif karakterini yapabileceği en iyi şekilde canlandırmış. Tüm Rocky ve Rambo serisini izlemiş biri olarak Stallone'nin en iyi performansı diyebilirim. Zaten ilk Rocky filminden sonra Razzie ödülüne aday gösterilmediği nadir filmlerden.

Harvey Keitel ve Ray Liotta da fena oynamamışlar. Az görünse de Robert De Niro yine bildiğimiz sağlam bir De Niro. Erkek ağırlıklı bu kadro genel olarak başarılı.

New York ve New Jersey. Eldeki malzeme zaten güzel, daha ne olsun. Pilot çekimler başarılı. Garrison'daki tipik Amerikan kasabası havası da iyi yansıtılmış.

Soundtrack'te öne çıkan bir parça yok. Bu bir eksiklik olabilir belki. Ancak gerilim, dram, heyacan arka fondaki müzikle çok iyi destekleniyor. Howard Shore, The Lord of the Rings öncesinde iyi bir ısınma turu yapmış.

Oyuncu kadrosu ilgi çekici olan bir film neden hiç sükse yapmamış diye düşünürdüm, herhalde film kötü olduğu içindir derdim. Ancak beklediğimin çok üstünde bir polisiyeyle karşılaştım. Kurgu da gayet iyi, sizi içine çeken, sürükleyen bir senaryosu var. Belki 1997 yılındaki Titanic patlamasının kurbanı olmuştur. Ancak hiçbir ödüle aday olmaması enterasan.

8 / 10

(28.12.2010)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sinema - The Good, the Bad and the Ugly

The Good, the Bad and the Ugly (Il buono, il brutto, il cattivo) -1966

Ödül avında dolandırılan iki adam, üçüncü birine karşı zorunlu bir ittifak yaparlar ve bu üç ödül avcısı uzak bir mezarlıkta gömülmüş olan servet değerindeki altınları bulmak için birbirleriyle yarışırlar.


Sergio Leone'nin 60'lı yıllardaki efsanevi Western üçlemesinin son bölümü. Sinema tarihinin belki de en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilen bu filmde ben beklediğimi bulamadım.

İlk iki filme göre teknik açıdan çok daha ileride, daha çok para, daha çok emek harcandığı da aşikar. Kesinlikle izlenmesi gereken önemli bir film, ona da sözümüz yok.

İlk iki filmde bir özgünlük vardı. Olaylar belli karakterler etrafında dönüyordu ve bu mistik karakterlerin şekillendirdiği küçük bir dünyanın içine sürükleniyordunuz. İç savaşla ilgili hiçbir şeye değinilmemişti. Bu filmde ise birçok mesaj vermeye çalışılmış. Bu da o özgünlüğü kaybettiriyor.

Üç ana karakter de çok iyi canlandırılmış. Oyunculuklar çok başarılı. Kötü gerçekten kötü, çirkin de çirkin, iyi ne kadar iyi o tartışılır.

7 / 10

(20.05.2011)